TERÖR
Latince terrere’den, Fransızca terreur
kelimesinden dilimize geçmiş olan terör
“şaşırtma, korkutmak, dehşete düşürmek, yıldırmak “ anlamına gelir. Türkçede
ise terörün bu manasını karşılamak üzere tedhiş kelimesi kullanılır.
13 Mart 1793 – 27
Temmuz 1794 tarihleri arasında Fransız İhtilaliden sonraki döneme terör dönemi
denmiş ve literatüre böyle girmiştir.
Terörizm; dinî veya
ideolojik amaçlarla hükümetleri ya da toplumları korkutmak veya bir konuda
karara zorlamak için masumlara ve mallara karşı illegal güç ve şiddet
kullanımıdır.Şiddet ise; bir insanı
korkutmak, yaralamak, öldürmek veya bir mala zara vermek maksadıyla “fiziki güç
kullanımı” şeklinde tanımlanır.
Terörizmin tanımında
üç temel unsur yer alır. Birincisi bir eylemin terör olarak nitelendirilmesi
için eylemin belli düzeyde şiddet içermesi gerekir. Terörizm, sadece şiddet ile
açıklanamaz. İkinci unsur ise siyasi, dinî veya ideolojik amacı olmalıdır.
Üçüncü unsur ise terör eylemleri masum insanları kendine hedef seçer.
Savaşı terörden
farklı kılan şey birincisinin eşit
koşullarda sadece askerler arasında gerçekleşmesi, terör ise sivilleri hedef
alır.savaşta sivil kayıplar göze alınabilir. Ama eğer sivil kayıplar askeri kayıptan çok daha fazla ise buna terör,
katliam veya soykırım denir. Örneğin ABD’nin Irak’ta yaptığı terördür.
Bir diğer önemli
husus ise terör ile mücadelede teröristlerin kullandığı yöntemler
kullanılıyorsa bu da terördür.
Terörizm küresel bir
mesele olması ve terörle mücadele kapsamında uluslararası anlaşmalar
imzalanmasına rağmen uluslar arası
çıkarlar nedeniyle bu antlaşmalara uyulmamaktadır.
SSCB’nin
dağılmasıyla insan hakları ve özgürlükler yaygınlaşması bekleniyordu.
Beklentinin tam aksine özgürlüklerin rafa kaldırıldığı, özgürlükler yerine
küresel terör yaygınlaşmıştır.
Yine günümüzde
bazı devletler terör grupları desteklemektedir. Çünkü terör maliyeti
düşük savaş yöntemidir.
Küreselleşen dünyada terörün tanımı
gittikçe zorlaşmıştır. Uluslararası
çıkarlar nedeniyle bir devletin
“Özgürlük Savaşçısı” olarak
görülen silahlı bir grub başka bir devlet tarafından terörist ilan
edilebilmektedir. Ayrıca terörden fayda sağlayanlar terörün bitmesine engel olacaklardır.
Terörün Tarihi
Tarihte ilk terörist grub zealotlar kabul edilir.
Bunlar Roma’ya karşı saldılar düzenliyorlardı. Böylece Roma’nın Kudüs’ten
çekileceklerini umuyorlardı. Ama Romalılar M.Ö 70’lerde Kudüs’ü işgal etti ve bu silah grubu yok
etti.
İslam dininde ilk
terörist grub hariciler kabul edilebilir. Tahkim olayından ortaya sonra çıkmış
, mürtekib-i kebire kabul ettikleri
Hz.Ali, Muaviye ve Amr b. As’a suikast düzenlemişlerdir. Kur’an’a
lafızcı yaklaştıklarından mürtekib-i kebire kabul kabul ettikleri Müslümanların
kanını ve canını helal görüyorlardı.bu da toplum genelinde büyük bir korku
yaratıyordu.
Terör ilk defa
Fransız Devrimiyle literatüre girmiştir. Fransız Devriminden sonra devrimi
korumak için 1793-1794 yılları arasında “Jakobenlerin” hüküm sürmesidir. Bu
tarihler arasındaki döneme terör denmiştir. Bu olaydan sonra terör örgütleri
ihtilalci görünüm arz etmişlerdir. Daha sonra bombalama, suikastlar tüm dünyayı sarmıştır. Nitekim I. Dünya
savaşına bir suikast sebeb olmuştur.
20.yy kadar terör
saldırıları siyasileri hedef almıştır.
20.yy’dan sonra terör saldırıları sivilleri hedef almıştır.
1960’lı yıllardan
sonra terör her iki bloğun birbirine karşı yürüttüğü gayrı resmi savaş
yöntemiydi.
II. Dünya savaşı
esnasında faşizm ve komünizm teröre ,halkı mevcut düzene bağlamak için
başvurmuşlardır.
Soğuk savaş sonrası
dönemde terör küresel bir boyut kazanmıştır. SSCB’ye karşı kurulan NATO Soğuk
savaş sonrası dönemde küresel terör ile mücadelede rol oynaması öngörüldü.
Özellikle 11 Eylül
saldırılarından sonra ABD 5. maddeyi
devreye sokarak küresel teröre ve teröristlere savaş açtı. Böylece bir savaş yöntemi olarak kabul edildi. Daha önceleri teröristler
Siyasi suçlular olarak kabul ediliyordu. 11 Eylül saldırılarından sonra
teröristler savaş suçlusu olarak görülmeye başlandı.
Din ve Terör
Din insanı doğru
yola iletmek, insanın tabiatında bulunan kötülüğü bastırmak veya başka bir yöne
kanalize etmek için vardır.
Şiddetin Sami
dinlerine özgü olduğu düşünülür. Halbuki Ahimsa(öldürmemek) merkezli Hint
dinlerinde şiddet eylemlerine rastlamak mümkündür. Aslında her dinde radikal
gruplara ve aşırı mistik gruplara rastlamak mümkündür. Dolayısıyla dinler
şiddet ve terörün kaynağı değildir. Dinler barış ve uzlaşının kayanğıdır.
Aslında dindarlar ve
politikacılar kutsal metinlerde geçen şiddet ile ilgi ayetleri/pasajlara
seçmeci-pragmatik yaklaşınca dini terör ortaya çıkıyor. İnsanlar şiddet
eylemlerini meşrulaştırmak için kılıf aralar. Kimisi asker veya polis olarak bu
şiddeti meşrulaştırırken, kimisi de dini kullanarak bu şiddet eğilimini
meşrulaştırır. Bunun için kutsal metinlerde geçen şiddetle alakalı ayetleri
bağlamından kopararak kendi bakış açısına göre yorumlar.
Kısaca dinlere genel
itibariyle incelendiğinde dinlerin terör ve şiddeti onaylamadığı görülür. Ama
11 Eylül saldırılarından sonra İslam ve terör özdeşleştirilmiştir. Bunda
İslamcı militanların cihada vurgu yapmaları İslam’ın terör ile bağlantısı olduğu önyargılarını
pekiştirmektedir.
Cihat
“Güç ve gayret sarf
etmek, bir işi başarmak için elinden geleni yapmak” manalarına gelen cehd
kökünden türemiştir. İslami literatürde dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak,
iyiliği emredip kötülüğü sakındırmak, İslam’ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara
karşı mücadeleye girişmek anlamında
kullanılır. Cihad ayrıca fıkıh termolojisinde savaş, tasavvufta ise nefs-i emmareye
karşı mücadele anlamlarına gelir.
Cihad isim olarak
dört yerde , fiil olarak yirmi dört yerde geçer. Bir kısım ayette direk savaş
nalamına gelmekte, bazısında ise “Allah rızasına uygun yaşama anlamlarına
gelir.
Hadis kitaplarında
cihatla ilgili birçok hadis mevcuttur. Bazen muhaddisler “kitabü’l-cihat” adı
altında bab başlığı açmışlardır.
Âişe(R):
— Yâ Rasûlallah! Biz
(Kur'ân'da) cihâdı en faziletli amel görüyoruz. Biz cihâda çıkamaz mıyız? diye
sordu.
Rasülullah (S):
— "Fakat (siz
kadınlar için) cihâdın en faziletlisi mebrûr (yâni makbul) haccdır"
buyurdu (Buhari, “Cihad”, 1)şeklinde cevap vermesi , cihadın kapsamı bakımından
önemlidir.
Buradan yola çıkarak
cihadın Batılıların iddia ettiği gibi kutsal savaş(holy war) anlamı yoktur.
Cihadın İngilizcedeki karşılığı strugle(mücadele)dir. Görüleceği üzere cihad ne
radikal İslamcıların ne de Batılıların anladığı anlamda kutsal savaş anlamına
gelmemektedir.
İslam Hukukunda Cihad
Cihad; Allah yolunda
can, mal ve diğer vasıtalarla savaşta elden gelen güç ve gayreti sarfetmektir.
Normal şartlarda
cihad farz-ı kifaye, genel seferberlik gibi olağanüstü durumlarda cihad farz-ı
ayndır. Bu ehl-i sünnet imamlarının görüşüdür. Şiaya göre ise, tebliğ için
cihad yapılması için imamın veya imam naibin izni gerekli. İslam ülkelerine
saldır olduğu takdirde müslümanlar kendilerini savunabilirler.
Daha önce
değindiğimiz üzere cihad aynı zamanda nefisle mücadeleyi kapsar “Mücahid
nefsiyle cihad edendir”(Tirmizi, “Feza’ilü’l- Cihad”, 2). Cihad, sadece savaş
anlamına gelmemektedir.
Müsteşrikler cihadın
bütün dünyadaki kafirlerin müslüman oluncaya kadar Müslümanların kafirlerle
savaşılması gerektiğini iddia
etmişlerdir. Halbuki fukahadan çok azı
bu görüştedir.Fukahanın bu konudaki fetvaları şöyledir:
Hanefiler, Malikiler
ve Hanbelilere göre cihadın sebebi kafirlerin Müslümanlara saldırmaları ve
Müslümanları taciz etmeleridir. Şafiiler göre ise küfrün başlı başına savaş
sebebi saymışlardır. Şafiileri delilleri şunlardır:
Haram aylar çıkınca
müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve
onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru
kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan,
esirgeyendir.(tevbe 9/5)mealindeki ayet kafirlere mutlak şekilde emretmektedir.
Bu ayetin, savaşanlarla savaşılmasını emreden
ayeti(Bakara 2/190) nesh ettiğinisöylüyorlar.
İnsanlarla Allah’tan
başka ilah yoktur demelerine kadar savaşmakla emrolundum.(Buhari, “İman”, 18;
Ebu Davud, “Cihad”, 104) Bu hadiste kafirlerle mücadelenin ancak onların
müslüman olunca sona ereceğini ifade etmektedir.
Diğer fukahanın
delilleri ise şunlardır:
Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın
yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram
aylarıdır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı
çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün
savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilin ki Allah (kötülükten)
sakınanlarla beraberdir.(tevbe 9/36)
Fitne tamamen yok
edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın.
Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur. (bakara
2/193)
Debusi: insan ancak
işlediği bir suça ceza olarak öldürülebilir.
Bir savaş bir
öldürülmüş ve Peygamberimiz savaş meydanını gezerken bunu fark etmiş ve ordu
komutanına kadınları öldürmemeleri için emir göndermiştir. Eğer cihadın sebebi
küfür olsaydı peygamber böyle bir emir gönderme gereği duymazdı. Çünkü
kadınlarda savaşma istidadı yoktur. Bu özelliğinden dolayı irtidad eden kadın
öldürülmez.
Kur’an’da Ehl-i
Kitab’ın cizye vermeleri halinde onlarla savaşmayı yasaklamıştır.(tevbe 9/29)
Eğer cihadın sebebi küfür olsaydı cizye vermelerini Allah onlardan istemezdi.
Harb sebebini küfür
olduğunu savunan müctehidlerin delil aldıkları ayetler savaşın savaşın niçin yapıldığını değil nasıl
yapılacağına vurgudur. Bu ayetlerin birbirini nesh ettiğinin bir mesnedi
yoktur. Çünkü ayetlerin uygulama şartları birbirinden farklıdır.
Terörün Evreleri
Anarşist Dönem(1880-1920): Bolşevik ihtilali
Anti-Kolonyal
Dönem(1920-1960): Bağımsızlık hareketleri
Yeni Sol
Dönem(1960-1990)
İran İslam
devrimiyle ortaya çıkan dini terör.
Bizim konu edineceğimiz terör bu dönemden sonra ortaya çıkan
fundamentalist İslamcı gruplardır.
MEDENİYETLER
ÇATIŞMASI
Sovyetlerin
dağılmasından sonra ABD ve Batı yeni arayışlar içerisine girmiştir. CIA eski
başkanı Fukayama “Tarihin Sonu” tezini ileri sürmüş ve ardından Huntington
“Medeniyetler Çatışması” tezini ileri sürmüşlerdir. Bu kişiler Batıya düşman
yaratma gayreti içerisine girmişlerdir. Onlara göre Müslümanlar ile Hıristiyan
Batı karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdı ve biri ötekini yok etmeyene kadar bu
böyle sürecekti
İslam camiasında bu
teze karşı bir anti-tez geliştiren Edward Said’ti. Buna “Cehaletler Çatışması”
diyecekti. 11 Eylül saldırının bazı İslam ülkelerini hedef almasıyla Türkiye ve İspanya’nın eş
başkanlığını yürüttüğü “Medeniyetler İttifakı” fikri atıldı. Daha sonra Dinler
arası Diyalog çalışmalarına hız verildi.
Batı her zaman kendini öteki üzerinden tanımlamıştır. SSCB dağılınca
kendisine bir öteki yaratma ihtiyacı duymuştur:İSLAM .
Her ne kadar 11
Eylül saldırılarından sonra gerek ABD başkanı Bush'un gerekse İngiltere
başbakanı Blair'in terörizme karşı küresel çapta başlattıkları mücadelenin
İslam 'la ilgisinin olmadığı yönünde demeçler verseler de, İslam 'la terörizmin
özdeşliğini çağrıştıracak İslamcı terörle savaş bahanesi Batı medeniyeti ile
İslam arasında eski bir gerilimin yeniden gündeme gelmesini sağlayacak,
önyargıları önlemek yerine giderek artıracaktır.
Bir Terör Örgütü Olarak
“Bâtınilik”
11.yy.da Müslümanlar
siyasi olarak bölündükleri gibi fikri anlamda da bölünmüştür. Sünnilerin
merkezi Bağdat eski ihtişamını yitirmiş Abbasi toprakları sultanların ve
emirlerin hâkimiyet mücadelesinin verildiği yer olmuştur. Sünnilere muhalif,
Kâhire merkezli Şii Fâtimî devleti Abbasi topraklarına göz dikmiş ve bu
topraklarda hâkimiyet tesis etmeye çalışmışlardır. Şiî Büveyhîler, Fâtımîlerin
yardımıyla Bağdat’ı ele geçirdiler. İspanya’da ise Endülüs Emevî devleti
yıkılmış ortaya irili ufaklı birçok devlet çıkmıştı. İslâm devletlerinde bu olaylar
vuku olurken batıda Haçlılar Müslümanları İspanya’dan atma planları yapılıyor,
doğuda Bizans İmparatorluğu boş durmuyor ve İslam devletinden toprak koparma
hayalindedir.
Abbasi halifesi, Şiî
Büveyhîlerin egemenliğinden kurtulmak için Selçuk sultanı Tuğrul Beyi Bağdat’a
davet eder ve Tuğrul Bey halifenin bu davetine iştirak edip Bağdat’a gelerek
bir asırdır süren Şiî hâkimiyetine son vermişlerdir. Selçuklular sayesinde
İslam devletinde birlik yeniden tesis edilmiştir. Selçuklular içerde birlik sağlarken,
dışarda Sünnî İslam devletini zor durumda bırakan Bizans ve Şii Fâtımîleri
ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdir. Fâtımîler, Selçukluların himayesindeki
Sünnî etkiyi kırmak ve yerine Şiî hâkimiyet kurmak için başkent Kâhire’de
“Dâru’l-İlm” kurmuşlardır. Burada yetişen dâîler İslam ülkesine dağılarak Şiî
propagandası yapacaklardı.
BATİNİLİĞİN ORTAYA ÇIKIŞI
Bâtıniliğin kurucusu
sayılan Hasan Sabbah İmamiye müntesibiydi. İsmailî dâîler vasıtasıyla İsmailî
olan Hasan Sabbah, daha sonra Rey dâî nakibi olmuştur. Bu bölgede davetini
sürdürürken İsmailî akidesinde değişikliğe giderek kişide imanın oluşabilmesi
için Muallim-i Sâdıka ihtiyaç olduğunu savunmuştur. Bâtınîlikte en dikkat
çekici özellik “fedâîler” adında profesyonel bir suikastçı grub vardır. Bâtınîliğe
muhalif olanlar bu suikastçı gurup tarafından ortadan kaldırılırdı. Böylece
tarihte dini kökenli terörü kurumlaştıran ilk kişidir.Ama İsmailîlerde halife
Muntansır’ın ölümünden onun yerine Müstalî’nin geçmesiyle ciddi bir ihtilaf
çıkmıştır. Hasan Sabbah Muntansır’ın yerine Nizarî’nin halife olması
gerektiğini savunmuştur. Davetini Nizâr adına yapmıştır. Böylece İsmailî’ye
Nizarî ve Müstalî diye ikiye ayrılır. Bu ihtilaftan sonra Hasan Sabbah davetini
rahat icra edebileceği müstahkem üs aradı. Elburuz üzerinde yüksek bir tepede
olan Alamut kalesi uygun görüldü. Bu müstahkem kale Selçuklular defalarca
kuşatılmasına rağmen alınamamış, en sonunda Moğollar tarafından ele
geçirilmiştir.
İsmailîlerde halife
Muntansır’ın ölümünden onun yerine Müstalî’nin geçmesiyle ciddi bir ihtilaf
çıkmıştır. Hasan Sabbah Muntansır’ın yerine Nizarî’nin halife olması
gerektiğini savunmuştur. Davetini Nizâr adına yapmıştır. Böylece İsmailî’ye
Nizarî ve Müstalî diye ikiye ayrılır. Bu ihtilaftan sonra Hasan Sabbah davetini
rahat icra edebileceği müstahkem üs aradı. Elburuz üzerinde yüksek bir tepede
olan Alamut kalesi uygun görüldü. Bu müstahkem kale Selçuklular defalarca
kuşatılmasına rağmen alınamamış, en sonunda Moğollar tarafından ele
geçirilmiştir.
Haşhaşin denilen bu
silahlı grup ayin edasıyla suikastlarını hançerle yapmış ve halkta derin korku
yaratmışlardır. Bu grub sadece Müslümanlara değil Haçlılara da saldırıyorlardı.
Batı dillerinde suikastçı anlamına gelen assasin Haşhaşin kelimesinden
türemiştir. . Hasan Sabbah korkunun insanları süreleştireceğini bilen ve bunu
en iyi şekilde kullanan kişidir. Pek çok devlet adamı, âlim ve sultanlar bu
grubu hedefi olmuştur. Haşhaşinlerin terör faaliyetleri Selçukluların merkezi
otoritesini sarsmış ve kısa bir süre sonra da yıkılmasına neden olmuştur. Bu
hareketin insan gücünü Elburuz dağlarında yaşayan cahil insanlar
oluşturmuşlardır. Hasan Sabbah, fedaîlerine haşhaş içirerek ve onlara cennet
vaadinde bulunarak kandırıyordu.
Fedâîler, Bâtınilere
karşı çıkanları ya öldürerek ya da tehdit yoluyla susturmuşlardır. Bunlar
arasında Fahreddîn er-Râzî ve Selçuk sultanı Sancar da vardır. Fahreddîn
er-Râzî Rey’de verdiği derslerde Bâtıniliğin görüşlerini eleştiriyordu.
Durumdan haberdar olan Bâtıniler, bir fedâîyi şeyhin ders halkasına öğrenci olarak
göndermişlerdir. Fedâî hocanın takdiri ve güvenini kazandıktan sonra bir gün
hocayla başbaşa ders yaparken belinde çıkardığı hançeri çıkarıp hocanın
gırtlağına dayamıştır. Sonra ona eğer kendilerini eleştirmeye devam ederse bir
daha ki sefere öldüreceklerini söylemiştir. O günden sonra Fahreddin Razi
Bâtıniler hakkında konuşmuyor.
Sultan Sancar ise
Bâtınilere karşı mücadeleye girişmiştir. Bâtıniler ise onu bundan vazgeçirmek
için saraydan bir cariyeyi kendi taraflarına çekmişler ve bu cariye sultanın başucuna
hançer saplamışlar bir de not bırakmıştır. Notta eğer kendileriyle mücadeleye
devam ederler ise sultanı öldürecekleri yazılıydı.
Bâtıniler, Selçuk
sultanların taht kavgalarından faydalanarak hâkimiyet alanları genişletmiş ve
şiddetin dozu artırmışlardır. Selçuklu sultanları, Bâtıniler ile mücadelenin en
iyi yöntemi eğitim olduğunu anlamışlar ve devletin her tarafına medreseler
açarak onlarla fikri mücadeleye başlamışlardır.
İRAN İSLAM DEVRİMİ
Şahın hayata
geçirdiği en Önemli uygulama 15 Ocak 1962 tarihli toprak reformudur. Aslında
toprak reformu, Ocak 1963 tarihli referandumla kabul edilmiş olan ve içinde
kadın haklarının iyileştirilmesi, okuma yazma seferberliği gibi radikal
reformlar da bulunan şahın altı maddelik programının bir parçasıdır. "Ak
Devrim" olarak bilinen bu programla şahın gerçek hedefi, kendisiyle halk
arasındaki iletişimi engellediğine inandığı aşiret, ulemâyı ortadan
kaldırmaktı. Şahın bu niyetini anlayan ulemâ ve Cephe-i Millî Ak Devrim'e karşı
çıktı. Eylül 1963'te seçimlere gidildi. Cephe-i Millî'nin boykot ettiği
seçimlerde yeni kurulmuş olan ve şahın programını destekleyen Millî Birlik
Partisi mecliste çoğunluğu elde etti.
Bu arada şahla ulemâ
arasındaki çekişme 1963yılında doruğa ulaştı. Toprak reformu konusunda
referanduma gidilmesinin teklif edilmesi ve Kum şehrinde ulemânın
faaliyetlerinin polis tarafından engellenmesi üzerine Âyetullah Humeynî
liderliğinde mitingler yapıldı. Tutuklanarak ölüm cezasına çarptırılan
Âyetullah Humeynî, Âyetullah Şerîatmedârî'nin girişimiyle ölümden kurtularak
önce Türkiye'ye, sonra da Irak'a sürgüne gönderildi. öte yandan Ak Devrim'le
sosyal ve ekonomik kalkınmanın gerçekleşeceğini düşünen şah tam aksi bir
sonuçla karşılaştı. Sermaye ve teknik donanımdan yoksun çiftçi, toprak reformu
ile elde ettiği toprağını tefecilere ve eski toprak sahiplerine kaptırdı. Bunun
sonucunda şehirlere göç eden milyonlarca insan buralarda işsizler ordusu
meydana getirdi. Petrol gelirlerinin halka yansımaması, aşırı silâhlanma,
yüksek enflasyon ve en ufak muhalefetin İran Gizli Servisi tarafından sert bir
tavırla bastırılması, hayat standartları iyice düşmüş olan halkın şaha karşı
olan nefretini giderek arttırdı.
Gaip imamın dönüşünü
beklemektense ulemânın aktif biçimde siyasete katılmasını savunan Mehdî
Bâzergân'ın yanı sıra Şîa'yı bir protesto hareketi olarak telakki eden Ali
Şerîatinin görüşleri de kitleler üzerinde tesirli oluyordu. Öte yandan sürgünde
bulunduğu Irak'taki faaliyetleriyle Âyetullah Humeynî de İran'daki gelişmeler
üzerinde son derece etkiliydi. Humeynî, Necef'te 1969 yılında yayımlanan
Hükûmet-i İslâmî yâ Velâyet-i Fakih adlı kitabıyla
İslâm tarihinde
yepyeni bir tez savunuyordu. Buna göre monarşi gayri İslâmî bir kurumdu.
Monarşinin yerine yönetimi fukahanın elinde olan İslâmî bir hükümet
kurulmalıydı.
Şahın ülkeden
ayrılmasından sonra Âyetullah Humeynî Fransa'dan İran'a geri döndü. Paris'te
iken İslâm Devrimi Konseyi'ni kuran Humeynî'ye önceleri direnen Bahtiyar,
şiddet olaylarının patlak vermesi ve ordunun desteğini kaybetmesi üzerine 11
Şubat 1979'da istifa etti. Daha önce 6 Şubat’ta Humeynî tarafından geçici
başbakan olarak tayin edilen Mehdî Bâzergân bir ay sonra hükümeti kurdu. Mart
sonunda referandum yapıldı ve 1 Nisan tarihinde İslâm Cumhuriyeti İlân edildi.
devlet yönetimini ulemânın uhdesine veren "velâyet-i fakih" teorisini
anayasaya yerleştirmesiyle büyük bir değişikliğe gidilmiş oldu.
İran İslâm
Cumhuriyeti'nin Batı ile ilişkileri daima gergin oldu. Özellikle Amerika'nın
şahı ülkesine kabul etmesine tepki gösteren öğrencilerin 4 Kasım 1979 tarihinde
Tahran'daki Amerikan elçiliğini basarak burada bulunanları 444 gün rehin
tutmaları üzerine İran-Amerika ilişkileri oldukça gerginleşti. Âyetullah
Humeynî'nin, 14 Şubat 1989'da The Satanic Verses (Şeytan Âyetleri) adlı kitabı
sebebiyle İngiliz vatandaşı olan Hint kökenli Selman Rüşdi'nin öldürülmesine
fetva vermesi İran'ın Batı ile ilişkilerini çıkmaza sokan ikinci önemli hadise
oldu. Bu olaylar sonucunda Batı'nın ambargosu ile karşılaşan İran büyük
ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Son zamanlarda İran’nın nükleer
silah geliştirmesi batı ile ilişkiler daha da gerginleşmiştir.
İran devrimi İslam
aleminde büyük yankı uyandırmışlardır. Müslümanlara özgüven kazandırmıştır. Bu
dönemden sonra dini terör yaygınlaşacaktır.
İran, bütün Şii
devletlerde adet olduğu üzere dailer vasıtasıyla şii propagandası yapmıştır.
Nüfusun çoğunluğu şii olan Irak bu durumdan rahatsız olmuş ve İran’a saldırmıştır.
İran propaganda
vasıtasıyla bereketli hilalde bir şii devleti kurma hayalindeydi. Şiilerin
bulunduğu topraklarda İran karşıtlığı
gözlendi. Türkiye’de de İran sempatizanı terör örgütleri çıkmış; ama güvenlik
güçleri tarafından hapse atılmışlardır.
Körfez ülkelerine Ayetullahlar gönderildi. Böylece
burada devrim ateşi yakıldı. Daha sonra Humeyni’nin vaazları Arapça’ya
çevrildi. Tam bu sırada Bahreyn’den bir Ayetullah Bahreyn emirine ülkeyi bir
İslam devletine dönüştürmesini söyledi. 1979’da İranlı hacılar hacda bildiriler
yayınladılar ve gösteriler düzenlediler. Suudilerin 1913’ten beri işgal ettiği
Ahsa’da şiiler Muharrem kutlamalarını ilk defa açıktan kutlamak istiyorlardı.
Suudiler izin vermeyince bu bir gösteriye dönüştü.
İran’ın devrim ihracı
öncelikli olarak şiilerin yoğun olduğu Körfez ülkelerini hedef almaktaydı.
Suudiler en sonunda Ahsadaki şiileri kabul etmek zorunda kaldı.1980’de S.
Arabistan’ın başını çektiği Körfez ülkelerini Körfez İşbirliği Konseyi kuruldu.
Bu paktın amacı bölgede ağırlığı gittikçe İran’a karşı kuruldu. Körfez
savaşında işe yarayacaktı.
ORTA ASYA’DA FUNDENMENTALİSTLER
SSCB’nin
dağılmasıyla Orta Asya’da Vehhabilik ve Radikal İslamcı hareketler görülmeye
başlanmıştır. Aslında 1970’lerden sonra din tüm dünyada yükselişe geçmiştir.
Bundan dolayı olacaktır ki Sovyetlerin dağılmasından önce de köktenci İslam
hareketler burada rekabet halindeydiler. Suudi Arabistan Orta Asya’daki
ülkelerde camii inşa ederek ve buralara imam(dâî) göndererek halkın
Sovyetlerden beri oluşan dini boşluğu doldurmaya çalışmışlardır
Suudi Arabistan’ın
Orta Asya’daki ülkelerle ilişkileri “Basmacı Hareketler”in başarısızlığa
uğramasıyla bu hareketin liderleri Suudi Arabistan’a kaçmışlardır. Bugün ise bu
liderler Sovyetlerin dağılmasıyla ülkelerine dönmüşler ve burada Vehhabilik’in
yayılmasında öncülük etmişlerdir. Bu ülkelerde İslam devleti kurma çabaları
görülmüş bu da ülkelerde iç çatışmalara neden olmuştur. Ayrıca Vehhabilik’te
var olan türbeleri yok etme faaliyetleri bölgede bulunan pek çok tarihi eserini
yok edilmesine neden olmuştur. Özellikle de Özbek İslamcı militanların Budda
heykellerini havaya uçurmaları dünyanın tepkisini çekmiştir.
İslam coğrafyasında
gözlenen modernleşme girişimlerine karşı sert bir tutum içinde olduğunu
saklamayan resmi din kurumu, buralardaki reaksiyoner fundamentalist hareketleri
desteklemektedir. Nitekim çeşitli vesilelerle verdikleri demeçlerle terörist
eylemleri öven, hatta intihar bombacılarını
birer kahraman
olarak gösterme gayreti içerisine giren din adamlarının Suudi kraliyet
ailesinin resmi memurları oldukları hatırlanırsa, küresel ölçekte görülen
terörist köktenci hareketlerin arkasında Vahhabiliğin güçlü etkisinden söz
edilebilir.
Kaldı ki
Vahhabi-Suudi ittifakının, Vahhabiliği uluslararası düzeyde etkin kılma ve
İslamcı hareketlere mali destek sağlama girişimleriyle terörist köktenci
hareketleri cesaretlendirdikleri ve bunları kendi siyasal çıkarları yönünde
harekete geçirdikleri de ifade edilmektedir. Nitekim Ferid Zekeriya'nın da
Suudi Arabistan'ın dünyaya petrol ve dini fanatiklik olmak üzere iki tür mal
ihraç ettiğinden söz etmesi, Vahhabiliğin, küresel terör tehdidinin bir ayağını
oluşturduğu tezini güçlendirmektedir.
KABE BASKINI
1400 hicri yılının
ilk günü Cuheyman el-Uteybi Kabe’ye baskın düzenlemiş ve Kabe’yi işgal
etmiştir. Bu adam İran İslam devriminden cesaret alarak bu eylemi
gerçekleştirmiştir. Bu grub Suudilerden
ABD ile ilişkilerini kesmesini, ABD ve müttefiklerine petrol ihracatını
kesmesini söylemişlerdir. Uzun süre bu silahlı grub Kabe’yi ellerinde
tutmuşlardır. Tabii bu sırada Ahsalı
Şiilerin Muharrem ayı etkinliklerine izin vermeyen Suudilere karşı isyan etmesi
Suudileri zor durumda bırakmışlardır.
Zor durumda kalan
Suudi hükümeti Kabe’yi Cuheyman’ın elinden kurtarmak için Fransa’dan anti-terör
timi getirtilmiştir. Kısa bir süre sonra bu anti-terör timi bu silahlı çeteyi
çökertmişlerdir. Görüldüğü üzere bu silahlı grup Suudilerin rejimini
eleştirmekte ve Irandaki gibi bir Cumhuriyet istemekteydi. Toplum dejenere
olmasına karşı çıkmakta ve toplumun İslami öze dönmesini istemekteydi.
Bu silahlı eylemin
bir diğer özelliği de mesiyanik beklentisi vardı. Cuheyman’nın kayınbiraderi
olan el-Kahtani’yi mehdi olarak takdim
edilmiş ve ona biat edilmiştir.
SUUDİ SELEFİLER ve CİHADİ SELEFİLER ARASINDAKİ İHTİLAF
Vehhabilik Muhammed
b. Abdilvehhab görüşleri etrafında kurulmuş bir mezheptir. 1744’te Muhammed b.
Abdilvehhab ile Muhammed b. Suud arasında bir ittifak kuruldu. Bun Der’iye
ittifakı dendi. Muhammed b. Abdilvehhab çölde yağmacılık yapan kabileleri
cihat yapmak için etrafına topladı.
Böylece bu kabilelerde var olan
yağmacılık ve talan cihat süsüyle meşrulaşıyordu. Vehhabiliğin
nativistik(yerel) özellik taşımasından dolayı hariciliğe çok benzer. Onlarda
hariciler gibi dışlamacıdır. Onları haricilerden ayıran özellik ise sahabe ve
ondan gelen nesilleri altın çağ olarak görmeleri ve o döneme çabaları içerisine
girmişleridir.
Hadis merkezli bir
İslam anlayışı benimsemişlerdir. 1939’da S. Arabistan’da petrolün bulunmasıyla
mezhepteki katılık kırılmaya daha ılımlı bir hal almaya başlanmıştır. Batıdan
teknoloji ve yenilikler her ülkeye girildiğinde sert tepkilerle karşılanmasına
rağmen Suudiler bazen güç kullanarak,
bazen de ulemadan fetvalar alınarak bu tepkiler kırılmıştır. Bu durum İran İslam
devrine kadar böyle devam etmiştir. İran devriminden sonra Cuheyman
el-uteybi’nin Kabe’yi işgal etmesi bu
ayrışmayı artırdı. 1950’lilerden sonra Arap ülkelerinde Baas Partisinin iktidara gelmesi v e bu
partinin baskıcı politikaları yüzünden ülkelerinden kaçan birçok ulemaya
kapılarını açtı. Bu ulemanın çoğunu Üniversitelerde istihdam etti.
Bu da İslamcılık ile
Selefiyeninin izdivacıyla sonuçlandı. Dolayısıyla Cihadi Selefiye ön plana
çıktı. 1980’lerde Afganistan'ın işgal
edilmesiyle buraya Usame b. Ladin
komutanlığında bir grup mücahit oraya cihada gitti. Orada el-Kaide’yi kurdular.
10 yıllık bir mücadeleden sonra Ruslar Afganistan’dan çıkarıldı. Daha sonra
ülke iç savaşlarla sarsıldı. 1998’de el-Kaide’nin desteklediği Taliban
Afganistan’ın yönetimini ele geçirdi. Suudi Arabistan ve birkaç Körfez ülkesi
Taliban’ı tanıdı. Daha sonra Saddam’ın Kuveyt’i ilhak etmesiyle daha önce
değindiğimiz pakta dayanarak Suudi Arabistan hava sahasını Batılı ülkelere
açtılar. Bu durum Selman el-Avde gibi ulemanın tepkisini çekti. Ona göre
İran’ın bölgede güçlenmemesi için Saddam desteklenmeliydi.
Suudileri çok sert
bir şekilde eleştirdi. Batılı ülkelerin İslam toprağı olan Suudi Arabistan’da
üs kurmaları ulema bunu işgal olarak algıladı. Suudileri eleştiren fetvalar
yayınlandı. Tabii bu durum el-Kaide’nin komutanı Usame’nin gözünde kaçmadı.
Amerika’ya ve Suudi Arabistan’a savaş açtı. Daha sonra Usame, Suudi rejiminin artık gayrı meşru olduğunu
bildiriyordu. 11 Eylül saldırılarından sonra televizyon programına katılan bu
görüşteki alimleri el-Kaide’yi açıkça eleştiriyordu. Halbuki bu adamlar
Filistin'deki intihar saldırılarının sivilleri hedef almasını onaylıyorlardı.
Buna şöyle bir kılıf bulmuşlardı. Madem bu ülkeler demokratik o halde yönetimi
seçen halkta yönetimin işlediği suçlara ortaktır.
TALİBAN
Diğer dini terör
örgütlerinin aksine Taliban Ashabu’r-Rey’dendir. Ama faaliyetleri bakımından
Ashabu’r-Rey’den daha çok Selefi ve haricilere benzemektedir. Zahirci tavırları aklı ön planda tutan bir ekolden
çıkmaları oldukça şaşırtıcıdır. Selefilerin asara olan bağlılığını, Taliban
Hanefi dini metinlere karşı göstermektedir.
Taliban “Öğrenciler”
anlamına gelen Arapça ve Farsça
türetilmiş isimdir. Bunlar medresede klasik Hanefi metinleri okuyan
öğrencilerdir. Çoğu medrese Nakşibendi tarikatına bağlıdır. Taliban, ülkelerini işgal eden Sovyet
Ordusuna karşı direnmiş onları geri püskürtmüşlerdir. Savaştan sonra ülke iç
savaşa girdi.
Taliban ilk
faaliyeti 1994’te, işgalde savaşan mücahitlere karşı olmuştur. Bir mücahit
komutanın Kandahar’da 2 kız öğrenciyi kaçırması ve kızların aileleri medrese
hocalarına başvurdu. Hoca etrafına topladığı 14-15 silahlı öğrenciyle komutanın
karargahını bastı ve kızları geri aldı. Bu Taliban’ın ilk silahlı eylemidir. Bu
olaydan iki yıl sonra Başkent Kabil’i ele geçiren militanlar Taliban rejimini
kurdular. Bu rejim ABD’nin Afganistan’ı işgaliyle son buldu. Bu insanlar savaşta çok zor şartlar altında
mücadele etmek zorunda kaldıkları için sert mizaçlıdırlar. Hint alt kıtasında
olduğu gibi hemen hemen hepsi hanefidir. Bunlar 1860 yılında İngliz
sömürgeciliğine karşı çıkmak için kurulan diyobendi ekolüne mesuptur. Bu ekolün
en önemli özelliği bidatlere karşı çıkmasıydı. Ehl-i bidat kabul ettikleri
Şiileri öldürmüşlerdir. Taliban
dışlamacı bir tutum içerisindedir. Bunlar Hanefi metinlerini
kutsallaştırmışlardır. Sorgulayıcı değil ezberleyici ve taklitçi zihniyeti
sahip olmaları onları böyle katı bir duruma sokmuştur. Tabii S. Arabistan
faktörünü unutmamak gerekir.
İHVAN-I MÜSLİMİN
Yenilikçiler
hareketinin en muhafazakar (fondamentaliste) şeklidir. Örgüt, İsmailiye'li hoca
Şeyh Hasan el-Benna tarafından sömürgecilire ve müslümanların pısırıklığına
karşı bir hareket olarak kurulmuştur. Temeli, uzlaşmaz, katı (intransigeant)
manasıyla yorumlanabilen bir ayete dayanır. Askeri, kültürel ve politik anlamda
bir kutsal savaş (cihad) üzerinde durur.
Önceleri tamamen
halka yönelik bir yol izleyen örgütün 1948' lerde tahminen bir milyon civannda
üyesi vardı. Örgüt, yarı askeri bir eğitim anlayışına sahipti. Saldırılarında,
yalnız Filistin Yahudileri'ni değil, Mısır yetkililerini de hedef alıyordu.
Nitekim biri 1949' da, diğeri 1954' te olmak üzere iki kere öldürmeye teşebbüs
ettikleri Nasır tarafından komplolan ortaya çıkanrılan örgüt bu örgüttü. Eylemleri
Mısır dışına da yayıldı, Proğramları, İslami teşkilatlar tarafından hüsnü kabül
gördü. 1971' den itibaren daha bir hoşgörü ile karşılanan Müslüman Kardeşler,
faaliyetlerini diğer ülkelere de yayıp yeniden sahneye çıkmışlar, bilhassa genç
kesim üzerinde etkili olmuşlardır.
Mehmet Sait TANK